Herkesin aşık olduğu, kalbinde ayrı bir yeri olan bir şehir vardır, ya da ben olması gerektiğine inanırım. Yaşadığın şehirden, insanlardan, işinden, kalabalıktan, trafikten, havanın soğukluğundan şikayet etmeye başladığında; “Keşke şimdi ……. de/da olsam” dediğin şehirdir o. Hayal ettiğin, orada olmayı arzuladığın şehir. Benim şehrim her zaman İstanbul’dur. Herkesin şikayet ettiği trafiğini bile seviyorum şehrimin. Zira sevmek sadece iyi yönleri sevmek değildir. Sevmek, her yönüyle kabul edince sevmektir. Ancak, hayatımda önemli olan İstanbul’dan sonra bir şehir daha var, yangınların, depremlerin şehri, aşık olduğum şehir; San Fransisko!
San Fransisko ile ilk kez 2004 yılı Şubat ayında, doğum günümden bir hafta önce kucaklaşıyoruz. Birlikte 4 gün geçiriyoruz. İkinci kucaklaşmamız ise daha kısa, 48 saatten az bir süre görüşüyoruz.
San Fransisko deniz kenarında olması, yokuşları, güneşli havası ve Golden Gate köprüsü ile bende hep İstanbul’u çağrıştıran bir iz bırakıyor.
İkinci gelişimizde şehir merkezinde bulunan ve Union Square’e bakan otelimize yerleşir yerleşmez kendimizi sokağa atıyoruz. İlk duraktan şehrin sembolü haline gelmiş tramvaya (cable car) binerek deniz kenarına, Fisherman’s Wharf’a gidiyoruz.
Cenevre ve Sicilya’dan gelen denizciler 19. yüzyılın sonlarında San Fransisko’ya gelerek burada balıkçılık endüstrisinin temellerini atmışlar. Fisherman’s Wharf’ta dükkanların, restoranların ve tekne tur operatörlerinin yer aldığı Pier 39 görülmeye değer. Eskiden meyve konservesi üreten bir imalathane olan Cannery bugün restoranların, dükkanların ve sergilerin yer aldığı bir konsept olarak hizmet veriyor. Yemek sonrası tatlı için Ghirardelli Square’e gidiyoruz. Burası eskiden çikolata fabrikası olarak hizmet veriyormuş, şimdi ise içerisinde butikler, dükkanlar, cafeler ve çikolata dükkanı olan bir alışveriş merkezi halini almış. Ghirardelli’nin çikolatalarını kesinlikle denemenizi öneriyorum. Benim favorim portakal parçalı olanlar. Kendimizi Alice’in Harikalar Diyarında hissetmemize sebep olan Ghirardelli’deki Crown&Crumpet’te çay molası veriyoruz. Farklı çaylar, çeşit çeşit pastalar, kurabiyeler.
Öğleden sonra tramvay ile şehir turu yapmaya karar veriyoruz. Tramvay diğer ulaşım alternatiflerine göre daha pahalı, tek yön gidiş 5 Dolar. Zira şehir bir sürü tepeden oluştuğu için yokuş inip çıkarak tüm şehri gezemeyeceğimizi düşünüyoruz. İlk durağımız şık ve nezih bir mahalle olan Pacific Heights. Buradaki Victorian tarzı evlere imrenerek bakıyorum. Webster Street Row üzerinde yer alan evler birbirinden güzel. İlle de yürüyüş diyenler Pacific Heights bölgesinde Alta Plaza ile Lafayatte Park arasında yürüyerek güzel caddelerin keyfini çıkarabilirler. Haas-Lilienthal House, Spreckles Mansion bu bölgenin görülmesi gereken binaları.
Daha sonra Civic Center bölgesinde bulunan 915 yılında yapılmış City Hall’u (Belediye Binası) görmeye gidiyoruz. Yeteri kadar fotoğraf çektikten sonra Olsen (Mary Kate ve Ashley) ikizlerinin oynadığı “Full House” (Bizim Ev) dizisinden hatırlayacağınız Alamo Square’e gidiyoruz. Buradaki Victorian tarzı evlerin şehirde en çok fotoğrafı çekilen evler olduğu söyleniyor. Burası “Postcard Row” (Kartpostal Yolu) olarak biliniyor. Buradaki renkli evlere ise “Painted Ladies” deniyor. Sonrasında ise Haight Ashbury’e gidiyoruz. Burası, 1967 yılında The Summer of Love (“Aşkın – Hippi Hareketinin Yazı”) diye anılan politik ve kültürel hareketin, yani hippiliğin merkezi.
Son durak Grant Avenue ve Bush Caddesi’nin kesiştiği yerdeki Çin mahallesi. Amerika’nın en eski ve en büyük Çin mahallelerinden biri. Burada bir Çin mahallesinden bekleyebileceğiniz herşeyi bulabilirsiniz. Unutmadan, burada ana dil Çince, sonra İngilizce geliyor.
Ertesi gün sabah erkenden gene tramvay ile Fisherman’s Wharf’a inerek bot turu yapmak için biletlerimizi alıyoruz. Aslında niyetimiz Alcatraz Adası’na gitmek ancak buraya sayılı ziyaretçi alınıyor ve Amerika’da bulunduğumuz tarihler Amerikalıların okul tatili zamanına denk geldiği için yer bulamıyoruz. Alcatraz İspanyolca’da “pelikan” demekmiş ve bu adaya ilk gelen kişilere atıfta bulunmak için kullanılıyor. Bir zamanlar hapishane görevini görmüş bu adada Al Capone da parmaklıklar arasında 5 yıl geçirmiş.
Yavaş yavaş Golden Gate köprüsüne yaklaşıyoruz. İstanbul’dan uzak olduğum zaman bu köprüye bakmak bana Boğaz Köprüsü’nü hatırlattığı için hüzünlenirdim. Şimdi ise şehrin bir diğer sembolü olan bu köprünün farklı açılardan fotoğrafını çekmek için can atıyorum.
Bot turu sonrasında Exploratorium’a gidiyoruz. Burası çocuklar ve gençler için bir inceleme ve keşif sahası resmen. İçerisi ayrı, dışarısı ayrı güzel.
Exploratorium’dan sonra taksi ile Amerikan filmlerinin araba ile kovalama sahnelerinin çekildiği ünlü Lombard Caddesi’nden geçiyoruz. Bu cadde şu anda “dünyadaki en virajlı/kavisli cadde” unvanına sahip.
San Fransisko’dan dönmeden önce Union Square’de lise arkadaşım Kaan ile buluşuyoruz. Birbirimizi görmeyeli seneler olmuştu. İnternet olmasaydı Kaan San Fransisko’ya yerleşip okuma kararı verdikten sonra tamamen kopardık herhalde. Yıllar sonra eski bir dostu görmenin keyfi bambaşka. Ne yazık ki ancak bir kahve içecek zamanımız oluyor.
San Fransisko’da başka neler yapabilirim?
– Sheraton Palace Hotel’in “Garden Court” bölümünde çay içebilirsiniz.
– San Francisco Modern Art müzesine giderek Kaliforniya sanatı örneklerini görebilirsiniz.
– Union Square ve çevresinde alışveriş yapabilirsiniz.
– Yerba Buena Center’da düzenlenen tiyatro veya gösterileri izleyebilirsiniz.
– Guangdong’taki bir kasabayı andıran “China Town” a gidebilir, buradaki sokaklarda kaybolabilirsiniz.
– İlk defa San Fransisko’da üretilen Levi’s jeanlerinin tarihçesini öğrenmek için Levi’s Plaza’yı ziyaret edebilirsiniz.
– En popüler hatlar olan Powell-Hyde ve Powell-Mason arasında tramvayla gezinti yapabilirsiniz.
– Şehrin sembolü tramvayın tarihçesini öğrenmek için Cable Car Müzesi’ni ziyaret edebilirsiniz.
Nerede Kalsak?
Metropol oteli olan Ritz Carlton SF (Stockton Street 600), Uzakdoğu havasını yansıtan Mandarin Oriental (Sansome Street 222), ünlü tasarımcı Philippe Starck’ın art deco tarzını yansıttığı Clift Hotel (Geary Street, 495) veya en iyi oteller listesinin yıldızı Omni Hotel SF (California Street 500) size ev sahipliği yapabilir.
Nerede Yesek?
“Amerikan diner” tarzı bir yemek için Fog City Diner (Battery Street 1300), yöresel lezzetler için Bar Jules (Hayes Street 609, Hayes Valley),güzel bir akşam yemeği için ise şehrin en iyilerinden biri olan ve Ritz Carlton SF’nin içerisinde bulunan ödüllü The Dining Room.
Not: Bu yazı MaGezin Ipad dergisi 2. sayısında (Nisan 2011) yayınlanmıştır.
10 Yorum
canım bayıldım bloguna da görsellerıne de bende cok gtmek ıstyorm ama okul varken ımkansız gb kandrabılsem bırılerını keske:)
Nalan selam,
Okul varken zor, haklısın. O zaman daha kısa mesafeli yerleri tercih edebilirsin. Avrupa şehirleri olabilir. Mesela Belçika, İngiltere, Fransa.. Ya da vizesiz gidilebilecek yerler de var, Dubrovnik olabilir. Uzun mesafeli seyahatleri de yaz tatiline saklarsın, olmaz mı? Blogumu beğenmene de ayrıca sevindim. Güzel yorumların için teşekkürler.
evet canım haklısın .o zaman tatıle cıkmadan danısabılcegım cok tatlı bırı oldu hayatımda :)) en kısa zamanda doncem sana ınsalllh:D
Umarım gezi notlarım harika bir tatil geçirmeni sağlar!
Asian Art Museum’dan bahsetmemişsin Özge’cim, bence SF’nin en iddialı ve en güzel müzesidir.
O kadar çok şey yazdım ki sevgili seyahat arkadaşım, onu yazmayı atlamışım. İyi söyledin. Yorumları okuyanlar onu da listeye almalı!
yeniden mi gitsek oralara Özge’m? bu sefer gün ayırıp Napa Valley’e kaçar şarap tadarız, daha doğrusu ben tadımlık tadımlık derken sarhoş olurum, sen de beni otele taşırsın 🙂
Gitmek olsun, ben dünden razıyım, biliyorsun!
Harika bir şehir İstanbula benzeyen çok yanı var. İstanbul da hayatımızda nasıl bir yer etmişse kriterimiz olmuş adeta. Victorian evleri tek kelimeyle müthiş. Ancak etrafında çimenlik alana ayrıca içim gitti.
Haklısınız, ben de gittiğim her sehri İstanbul ile kıyaslıyorum ister istemez. San Fransisko ne yazık ki daha yeşil bir sehir.